Cifir ilmi gizli ilimlerdendir. Az kişiye hitab etmektedir. İman ve Kur’an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır.
İlm-i cifr, ansiklopedilerde,
"gelecekte vuku bulacak olayları değişik metotlarla öğrettiğine inanılan ilmin adı" olarak tanımlanır.
[1] Hz. Ali ile Cafer es-Sadık'a nisbet edilen eserlere de genellikle
"el-Cifr" denilmektedir. Sosyolog İbn Haldun'a göre ilm-i cifr, bir disiplinden ziyade, şahsi kabiliyetle alakalıdır. Mukaddime adlı eserinde ilm-i cifrin ilham ve keşif ile ilişkisi üzerinde durmuştur.
[2] Haldun'a göre cifr ilmi sadece belli birikim ve kabiliyet sahibi olan insanlar tarafından kullanılırsa doğru sonuç verecektir. Aksi halde yanlış bilgilendirmelere neden olabilmektedir. Kısaca, İbn-i Haldun, cifrin ilim olmaktan ziyade bir nasip ve şahsi kabiliyet meselesi olduğu üzerinde durur.
Kâinattaki düzene ilgisiz kalamayan insanoğlu, kâinatın matematik düzeni ile varlık alemi arasında ilişki kurmuştur. Keldaniler, Asurlular, Babiller, Mısırlılar ve hatta Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki ilim erbabı, çeşitli yöntemlerle kâinatın sonu ve durumu, devletlerin akıbeti gibi konularda yorumda bulunmuşlardı. İlkçağ filozoflarından Pisagor, varlıklarla sayılar ve geometrik şekiller arasında kesin ilişkiler bulunduğunu savunmuştur. Yahudi mistik hareketi olan Kabala ve Tevrat'ın Batıni yorumunu ihtiva eden Zohar'da harflerin sırlarına dayanan bir ilimden söz edilir. Yaygın kanaate göre Kabalistlerin en önemli kitaplarından biri olan Sefer Yezirah, Hz. Musa'nın Tur-u Sina'da yakınlarına öğrettiği
"ilm-i esrar"dan oluşmuştur. Buna göre birer "ilahi kelime" olan dış varlıklar arasındaki münasebetlerin, uyum ve zıtlıkların hepsi İbranice'nin yirmi iki harfi arasında da mevcuttur. Görüldüğü üzere cifr ilmi sadece İslam medeniyeti içerisinde kullanılmış bir disiplin değildir. Eski Yunan medeniyetinde sayılarla kâinatın düzeni arasında ilişkiler kuran görüşlere rastlandığı gibi, Ortadoğu medeniyetlerinde özellikle Yahudi ve Hıristiyan medeniyetlerinde, Asur, Babil ve Mısır'da da sayısal düzen ile alem arasında ilişkiler kuran sistemler mevcuttu. Bu yüzden cifr ilminin veya buna benzer ilimlerin İslam Medeniyetine ait olduğunu düşünmek yanlıştır.
Arap alfabesindeki her harfin rakamsal bir değerinin olduğu sistemin adı ise
"ebced"dir. Ebced aynı zamanda Arap alfabesinin ilk tertibidir. Ebced, aslında Arap harflerinin kolaylıkla hatırda tutulmasını sağlamak için eski dönemlerde geliştirilmiş bir formül olup, gerçekte bir anlamı olmayan kelimelerin ilki
"ebced" şeklinde okunduğu için bu adla anılmıştır. Bu formülde yer alan kelimeler şunlardır: Ebced (elif, be, cim, dal); hevvez (he, vav, ze); hutti (ha, tı, ya); kelemen (kaf, lam, mim, nun); sa'fes (sin, ayn, fe, sad); karaşet (gaf, ra, şın, te); sehaz (se, ha, zel); dazağ (dad, zı, gayın). Ebced sisteminin İbranice ve Aramice'nin etkisiyle Nabatice'den Arapça'ya geçtiği bilinmektedir. Arap alfabesindeki harflerin sayısal karşılığının İbranice ve Aramice'nin harfleriyle aynı değerde olması, bu bilgiyi güçlendirmektedir.
[3] Arap tarihinde geçen tüm olaylar, harflere rakam değeri verilerek yazılır ve böylece her olayın tarihi de kayda geçilmiş olurdu. Bu tarihler, her kullanılan harfin özel rakam değerlerinin toplanmasıyla elde ediliyordu. Ebced sistemi İslam dünyasında özellikle tasavvuf, astronomi, astroloji, edebiyat ve mimari alanlarıyla, cifr ilmine ait konuları da içine alan geniş bir çerçevede kullanılmıştır
Temeli ebced hesabına dayanan, harflerden ve ibarelerden gaybî haberler çıkarmada kullanılan hususî bir ilim.
Üstad Bediüzzaman'ın dikkat çeken yönlerinden birisi, eserlerinde cifir ilmine de yer vermesidir. Eskide ve günümüzde cifir ilmi hayli tartışılmıştır ve tartışılmaktadır.
Bu konuda, şu hususlara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:
1- Her şey bizim malumatımıza münhasır değildir. Bir ilmi bizim bilmeyişimiz, olmadığına delâlet etmez. "Onlar, ilmen ihata etmedikleri ve te'vili daha kendilerine gelmemiş şeyi yalanladılar" ayetini unutmamak gerekiyor. (Yunus, 39) Kur'an kelimelerinin istikbaldeki bir kısım olaylara işaretini, çok az müfessirin yazmış olması reddini gerektirmez.
2- Bu ilim, Kur'an'ın nüzulûnden önce de bilinmekteydi. Mesela, Yahudilerden bir topluluk, Hz. Peygamberden (Elif-Lâm-Mîm) şeklinde huruf-u mukattaayı duyunca, ebced hesabıyla (harflerin rakam değeriyle), O'nun ümmetinin ömrünün az olacağına istidlalde bulunur. Hz. Peygamber, diğer huruf-u mukattaalardan okur. Adamlar, her yeni huruf-u mukattaayı duyunca şaşkına dönüp,
"Biz senin durumundan bir şey anlayamadık." deyip ayrılırlar.
3- Sayıları az da olsa bir kısım âlimler, cifir ilmiyle ayetlerden gaybî istihraçlarda bulunmuşlardır. Molla Cami'nin Beldetün tayyibetün (temiz bir belde) (Sebe, 15) ifadesinin ebced değeriyle, İstanbul'un hicri 857'de fethine tarih düşmesi meşhurdur.
Meşhur müfessirlerden Alusî'nin tefsirinde kaydettiği şu olay da, konumuz açısından güzel bir örnektir:
İbn-i Hallikan tarihinde zikrediyor ki, Selahaddin-i Eyyubî Haleb'i fethettiğinde, Kâdı Muhyiddin güzel bir şiirini okudu. Cümleleri arasında,
"Şehba kal'ayı Safer ayında fethettin, Recebte de Kudüs'ü fetihle mübeşşersin" ifadesi vardı. Dediği gibi çıkınca kendisine
"Bunu nerden bildin?" diye soruldu.
"İbnu Berrecan'ın Rum Suresi'nin baş kısmını tefsirinden aldım"diye cevap verdi.
Alusî, sözüne devamla İbnu Kemâl'in Enbiya suresi 105. ayetten, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethetmesini istinbat ettiğini anlatır.
Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiç bir zaman
"Âyetin açık mânâsı budur" dememiştir. Söylediği şudur:
"Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işarî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz'iyatları bulunur."
Bediüzzaman'ın ilm-i cifir hakkındaki şu ifadeleri de çok önemlidir:
"İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakîkiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hatta kaç defadır esrar-ı Kur'an'iyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu. Kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:
Birisi: 'Gaybı ancak Allah bilir' (Neml, 65) yasağına karşı hılaf-ı edebde bulunmak ihtimali var.
İkincisi: Hakaik-ı esasiye-i imaniye ve Kur'an'iyenin berahin-i kat'iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulum-u hafiyenin yüz derece fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat'î hüccetler ve muhkem deliller, su-i istimale meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulum-u hafiyede su-i istimal girip, şarlatanların istifade etmeleri ihtimalidir."
Görüldüğü gibi, cifir ilmi gizli ilimlerdendir. Az kişiye hitab etmektedir. İman ve Kur'an hakikatleri ise, herkese seslenmektedir. Hem herkesin onlara ihtiyacı vardır. Bu gibi noktalardan dolayı ve "Gaybı ancak Allah bilir" yasağına karşı edebe aykırı harekette bulunmamak için Bediüzzaman, bu ilmin ayrıntılarını eserlerine yansıtmamıştır. Yansıttığı miktar, altıbin küsûr sayfalık tefsirinin içinde az bir bölüm teşkil etmektedir. Bunda asıl maksadı, o günün ağır şartları altında hizmet eden talebelerine bir şevk kaynağı olmasıdır.
[1] Metin Yurdagür, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "cefr" maddesi, c: 7, s. 215
[2] Mukaddime, II, s. 823
[3] Mustafa Uzun, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "ebced" maddesi, c: 10, s. 70